Güneş

(Tam Güneş tutulması sırasında Güneş koronası görüntüsü)

Dünyada canlılığın başlamasına borçlu olduğumuz devasa bir kütle olan Güneş, her gün sabah bizi selamlamakta her akşam da muhteşem kızıllığıyla insanlara veda etmektedir. Gündüz saatlerinde açık bir havada kafanızı yukarı kaldırdığınızda görebileceğiniz bu sarı yıldız aslında bir yıldızdan çok daha fazlasıdır. Öyle ki insanlık tarihinde bir tanrı bile sayılmış olan bu yıldız Eski Mısır’da Ra, Mısır panteonunun en önemli tanrılarından biri olarak kabul edilmiştir. Ra, sabahları doğan, gökyüzünde yol alan ve geceleri yeraltı dünyasına inen , şahin başlı ve elinde tabiki de kendi metaryeli olan Güneş diskini taşıyan bir  Güneş tanrısı olarak tasvir edilmişti. İnka Uygarlığı’nda İnti , Azteklerde Huitzilopochtli, Hititler’de Arinna ,Antik Yunan’da Helios adında dört atın çektiği bir araba ile gökyüzünde yolculuk ederek Güneş’i her gün doğudan batıya taşımaktaydı. Yani kısacası Dünya’nın tatlı Güneş’ine adanmış onlarca mit bulunmaktadır.

Güneşi incelemeye başladığımız yıllardan bu yana Bilim insanları, Güneş’in aslında geçmişte bir ikili yıldız sisteminin parçası olabileceğine inandılar. Bu teoriye inanmak için tabi ki birkaç sebepleri vardı. Güneş’in “kayıp ikizi” teorisi, Nemesis olarak adlandırılan ve Güneş ile aynı dönemde doğduğu düşünülen bir yıldızın olduğu düşünülen bir teoriydi. Bu teoriye göre Güneş’in bir ikizi vardı, ancak bu ikiz yıldız zamanla çok uzak bir yörüngeye kayarak Güneş’ten ayrıldı ya da başka bir yıldızla etkileşime girip sistemi terk etti. Nemesis yıldızının Güneş’e çok uzak ve sönük olabileceği düşünülmüştü, bu yüzden henüz keşfedilmemiş olabilirdi. Ayrıca bu teori, Dünya’da mesela dinozorların ortadan kaybolması gibi kitlesel yok oluşlara neden olan bazı kozmik olayları açıklamak için de ortaya atılmıştı. Ancak, bugüne kadar yapılan gökbilimsel gözlemler özellikle Gaia ve WISE gibi modern gökbilim projeleri, Güneş’e yakın bölgelerde bir ikili yıldızın varlığını destekleyen doğrudan bir kanıt bulamadılar. Dolayısıyla, Güneş’in bir ikili sistemin parçası olduğu fikri, en azından şimdilik geçerliliğini yitirmiş gibi görünmektedir.

Güneş, %75 oranında hidrojen ve %24 oranında helyumdan oluşmaktadır. Geri kalan %1 ise oksijen, karbon, neon ve demir gibi daha ağır elementlerden oluşur. Güneş’in çekirdeğinde, hidrojen atomları büyük bir baskı altında kaynaşarak helyum atomlarına dönüşür ve bu süreçte devasa enerjiler açığa çıkar. Bu enerji, hidrojenin helyuma dönüştüğü bir süreçtir ve bu süreçte, Güneş her saniye yaklaşık 4 milyon ton maddeyi enerjiye dönüştürerek kaybeder. Bu da Güneş kütlesini sürekli olarak azalttığı anlamına gelir, ancak bu süreç o kadar yavaştır ki, Güneş’in ömrü boyunca biz insanlık bunu fark etmiyoruz edemiyoruz . Güneş’in kendini tüketme süreci veya bir diğer adıyla bu nükleer füzyon, Güneş’in sıcaklığını ve parlaklığını sağlamaktadır. Güneşin ışınlarının Dünya’ya ulaşması sonucu fotosentezle bitkiler, Güneş enerjisini kullanarak besin üretir ve bu besin zincirinin en temel yapı taşını oluşturur. Güneş olmadan, Dünya’daki yaşamın devam etmesi herkesin bileceği üzere mümkün olamazdı. Ayrıca Güneş’in yarattığı enerji, iklimi ve hava sistemlerini de etkileyerek gezegenimizdeki yaşam koşullarını belirlemekte büyük önem taşımaktadır. Bu gelen parlak ışık Ultraviyole (UV) ışınları olarak tanıtılır ve genellikle cilde zarar vermesiyle yani korkunç bir üne sahip olmasıyla bilinse de düşük seviyelerde UV ışınları, biyolojik süreçler için oldukça yararlıdır. Örneğin, bazı UV ışınları, DNA onarım süreçlerini tetikleyebilir ve böylece hücrelerin daha sağlıklı kalmasına yardımcı olmaktadır.

(Güneşin İç Yapısı)

Güneş, kütle olarak Güneş Sistemi’nin %99.86’sını oluşturmaktadır. Bizim sistemimizde akla hayale sığmayacak bu büyüklük kendi Güneş’imizin orta büyüklükte bir yıldız olduğu gerçeğini biraz unutmamızı sağlamaktadır. Mesela İkizler takımyıldızında bulunan Pollux, Güneş’ten yaklaşık 8 kat daha büyük bir turuncu devdir. Ve ya Boötes (Çoban) takımyıldızındaki Arcturus, Güneş’in yaklaşık 26 katı büyüklüğünde ve 170 kat daha parlaktır. Üstelik Pollux ve Arcturus sadece dev yıldızlar kategorisine girmektedir. Süper dev yıldızlar hatta aşırı büyük yıldızlar kategorisini de düşünürsek bizim Güneş’imiz aslında kum havuzunda oynayan bir bebek gibi kalacaktır. Buna rağmen, Güneş’e yaklaşık bir milyon Dünya sığabileceği gerçeği de oldukça şaşırtıcıdır. Başkalarının yıldızlarını bir kenara bırakırsak kendi devimizin yüzeyindeki sıcaklık, yaklaşık 5.500°C civarındadır. Ancak, Güneş’in atmosferinin dış kısmı olan korona (taç tabakası) yüzeyden çok daha sıcaktır ve sıcaklığı milyonlarca dereceyi bulabilir. Bu durum uzun süre bilim insanlarını şaşırtmış ve korona’nın neden yüzeyden daha sıcak olduğu sorusu üzerine yoğun araştırmalar yapılmıştır. Henüz tam olarak anlaşılmasa da manyetik alanlar ve plazma dalgalarının bu aşırı sıcaklık farkında rol oynadığı düşünülmektedir.

Güneş’in yüzeyi sürekli olarak manyetik patlamalar ve plazma hareketleriyle doludur. Bu aktiviteler sonucu Güneş, ses dalgaları üretir. Ancak bu sesler, boşlukta seyahat edemedikleri için Dünya’dan duyulmazlar. NASA, bu ses dalgalarını kaydederek onları işitilebilir frekanslara dönüştürmüştür ve bu sesler oldukça ürpertici ve etkileyicidir.

Güneş’in manyetik alanı her 11 yılda bir tam tersine döner. Bu döngü sırasında güneş lekelerinin sayısında bazen artış bazen de azalma görülür. Güneş patlamaları (solar flares), Güneş’in manyetik alanında ani değişiklikler olduğunda meydana gelir. Bu patlamalar, sadece birkaç dakika içinde milyonlarca atom bombasına eşdeğer enerji açığa çıkarır. Güneş’ten yayılan yüksek hızlı yüklü parçacıklar, güneş rüzgarları olarak adlandırılır. Bu rüzgarlar, Güneş Sistemi’nin her köşesine ulaşır ve gezegenlerin manyetik alanlarıyla etkileşime girerek manyetosfer adı verilen koruyucu alanları oluşturur. Dünya’nın manyetik alanı, bu güneş rüzgarlarının zararlarını azaltır, ancak Mars gibi manyetik alanı zayıf olan gezegenler bu rüzgarlara karşı savunmasızdır ve atmosferlerini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Bazı patlamalar sonucunda gezegenimiz bile zarar görmüştür.1859 yılında meydana gelen Carrington Olayı olarak bilinen dev bir güneş patlaması, telekomünikasyon sistemlerini geçici olarak çökertmiş ve hatta telgraf şebekelerinde yangına neden olmuştur. Fakat bunca felaket senaryosu içerisinde Güneş rüzgarları, görünce dilek dilememizi sağlayan  kuyruklu yıldızların kuyruklarını da oluşturmaktadır.

(Hinode’un Güneş Optik Teleskobuyla 12 Ocak 2007 tarihinde çekilen bu Güneş görselinde değişik manyetik polariteye sahip olan bölgeleri bağlayan plazmanın ipliksi yapısı görünmektedir.)

Güneş, Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde sabit durmaz; aslında galaksinin merkezine doğru saatte yaklaşık 828.000 km hızla hareket eder. Güneş’in bu hareketi, Güneş Sistemi’nin tüm üyelerini, yani gezegenleri, asteroitleri ve kuyruklu yıldızları da etkiler. Güneş, Samanyolu’nda bir tur atmak için yaklaşık 225 milyon yıl harcar. Bu süreye galaktik bir yıl denir, yani Dünya ve Güneş’in şimdi bulunduğu konum, son kez dinozorların yaşadığı dönemde buradaydı.

Güneş, şu anda hayatının ana dizi aşamasında, yani hidrojen yakıtını helyuma dönüştüren bir yıldız. Bu süreç yaklaşık 5 milyar yıl daha devam edecek. Ancak, bu süreç sona erdiğinde Güneş, yakıtının büyük bir kısmını tüketmiş olacak ve dev bir kırmızı dev haline gelerek genişleyecek. Bu aşamadan sonra dış katmanlarını uzaya fırlatacak ve geriye kalan çekirdek yavaşça bir beyaz cüceye dönüşecektir. Bu süreçte Dünya da büyük ihtimalle yok olacaktır.