Türk hikayeciliğine yön vermesiyle ve ‘’Kaşağı, Pembe İncili Kaftan, Yalnız Efe’’ gibi eserleriyle tanıdığımız Ömer Seyfettin’ i yaşamımızın bir yerinde muhakkak duymuşuzdur. Ama genel bilgilerinin dışında Türk ordusunda görev aldığını, jimnastiğe ilgi duyduğunu, tarih öğretmeni olmayı hayal ettiğini, ‘’Koton’’ adında bir köpeği olduğunu hatta küçükken bir kuşu severken öldürdüğünü biliyor muydunuz?
‘’İlk Namaz’’, ‘’Kaşağı’’, ‘’İlk Cinayet’’ hikayelerini okuduysanız bu bilgilerden fazlasına sahipsiniz demektir. Öyle ki Ömer Seyfettin, tüm yaşamını hikayelerine serpiştiren bir yazardır. 11 Mart 1884’te Balıkesir’in Gönen ilçesinde dünyaya gelen Ömer Seyfettin, Ömer Şevki Bey ve Fatma Hanım’ın çocuğudur. Ömer Şevki Bey, mesleği gereği askeri bir ciddiyette Dağıstan Türk’üdür. Fatma Hanım İstanbul’un tanınmış ailelerine mensup olmakla beraber Ömer Seyfettin’in ‘’And ve İlk Namaz’’ hikayelerinde anlattığı üzere çok sevecen ve tatlı dilli bir annedir. Hatta yazarın ‘’Dünyadaki taparcasına sevdiğim insan(…)’’ diyerek sevgisini anlattığı annesinin, hayatındaki yerinin apayrı olduğunu hep dile getirmiştir. İlerleyen yıllarda annesiyle birlikte bindiği vapurda bir martı yavrusunu sıkarak öldürmesiyle kaleme aldığı ‘’İlk Cinayet’’ hikayesiyle, kendini yine kendine şikayet ettiği görülen Ömer Seyfettin, usta bir biyografik hikaye yazarıdır.
Ömer Şevki Bey’in tayini ile birlikte Sinop’un Ayancık ilçesine yerleşen aile, Ömer Seyfettin’i Sübyan Mektebine benzer bir okula gönderir. Burada yaşadıklarını ‘’Falaka’’ hikayesi ile anlatan Ömer Seyfettin, okulun eğitiminin normal bir eğitim olmadığını gözler önüne serer. Daha sonra ‘’Mekteb-i Osmanî’’ ye gönderilen Ömer seyfettin burada jimnastiğe ilgi duymaya başlar. Hatta ‘’Cimnastiğe Dair’’ yazısında bunu anlattığı görülür. Babasının kendisi gibi bir asker olmasını istemesiyle, birçok hikayesine konu olacak hayatı şekillenmeye başlamıştır. Askerlik eğitimi aldığı sırada Aka Gündüz ile tanışır. Aka Gündüz, Ömer Seyfettin hakkında, kabadayılığa özenenleri dövdüğünü ve okuldan alaylı çıkarılmasına karar verildiği sırada Makedonya’nın karışmasıyla imtihansız mezun edildiğini söyler. ‘’Velinimet’’ ve ‘’Rütbe’’ isimli hikayelerinde bu dönemde yaşadığı olaylara rastlanmaktadır.
1907 yılında İzmir’e yerleşen Ömer Seyfettin, Edebiyatla daha da yakınlaşmıştır. Çünkü burada Baha Tevfik, Yakup Kadri, Şahabettin Süleyman gibi isimlerle tanışmıştır. İlerleyen yıllarda Fransızca eğitimi almanın yanı sıra Felsefe ile de uğraşmaktadır. Yine İzmir de ‘’Koton’’ adında bir köpeği vardır. Hatta Koton hakkında Tahir Alangu şöyle der: ‘’(…) İnsan arkadaşları, en çok bu kıymetli hayvandan sonra kalbinde yer tutmuştu.’’
Ömer Seyfettin’in İzmir de yaşadığı yıllar esnasında Meşrutiyet ilan edilir. Meşrutiyet’in ilanı hakkında düşündüklerini ‘’Hürriyet Gecesi’’ hikayesinde kaleme alan yazar, aynı yıl Balkanlar’a gönderilir. Burada isyancılarla mücadele etmesinin yanı sıra gördüğü acı olayları hikayelerine yansıtır ve çöküşün farkında olduğu için karamsardır. Meşrutiyet’in ilanından sonra baş gösteren Türkçülük akımı Ömer Seyfettin’in gerek eserlerinde gerek yaşamında daha da belirginleşir. Öyle ki Genç Kalemler dergisinde yazdığı ‘’Yeni Lisan’’ makalesinin Milli Edebiyatı başlattığı da bilinmektedir. Bununla birlikte Balkan Savaşı ile Yunanlılara esir düşmesi ve bir yıl esaretinin sürmesi onu ordudan ayrılmaya sevk eder. Geri döndüğünde canından çok sevdiği annesinin ölümü ve babasının başka biriyle evlenmesi durumu onu büyük bir hüzün suretiyle karşılar.
Yaşamının devamında Öğretmenlik ve yazarlık(muharrirlik) yapan Ömer Seyfettin, 31 yaşında Calibe Hanım ile evlenir. Ve bu evlilikten ‘’Güner’’ adında bir kız çocukları dünyaya gelir. Lakin Ömer Seyfettin’in geçim kaygısı ve iç güvey olması onu boşanmaya iter. Yalnız bu ayrılık normal bir ayrılık değildir. Ömer Seyfettin için, annesinin ölümü dışında, ikinci bir yıkımdır. Hayatındaki birçok evrede zorlanmış ve inandığı idealler yüzünden dışlanmış olsa da, hep nüktedan ve neşelidir. Öyle ki Yusuf Ziya Ortaç, Ömer Seyfettin hakkında şöyle der: ‘’ Ömer’i mutlaka severdiniz. Tatlı, şakacı bir mizacı vardı. Ama onun kahkahaları kadar hıçkırığa yakın gülüş görmedim.’’
Kahkahaları hıçkırığa yakın olan Ömer Seyfettin artık yazacak bir şey bulamadığını arkadaşı Ali Canip’e anlatması üzerine geçen konuşma sonrasında ‘’Bir Bölü İki’’ hikayesini yazar. ‘’Mücadelesiz hayat, ölümün yokluğun ta kendisidir.’’ diyen yazar hem Türkçe için hem de yazmak için çok mücadele etmiştir. Günümüzde bilinen yazarlar tarafından serim- düğüm- çözüm şeklindeki yazımı veya dili sade kullanımı sebebiyle değersiz görülen Ömer Seyfettin bilakis önemli birçok düşünceye öncülük etmiştir. Bununla kalmayıp dönemi içinde tarihi rapor niteliğindeki yazıları sayesinde gelecek nesilleri aydınlatmıştır. Cephede bir elinde silah bir elinde kalem olması Ömer Seyfettin’i iyi bir asker ve iyi bir yazar dışında usta bir aydın yapmıştır. Ülküsünün peşinde Türkçe’yi ayrık otlardan temizlemesi birçok kişiyi rahatsız etse de o, Türk edebiyatına çok şey kazandırmıştır.
Bunca mücadelede yenildiği tek şey, şeker hastalığıdır. Ömer Seyfettin acılar içinde ve çocukluğunu sayıklayarak 6 Mart 1920 de hayatını kaybetmiştir.